Son Yazılar
Öğretmenlik Meslek Kanunu Meselesi 2
Öğretmenlik Meslek Kanunu Meselesi
Müfredat
Öğretmenin Pirus Zaferi
EĞİTİMİN 200 YILDIR DEĞİŞEN AMAÇLARI-ZEKİ SARIHAN
CUMHURİYET VE EĞİTİMDE YIKIM SÜRECİ
Metin Özdamarlar’dan Sosyal Bilgiler Müfredatı Değerlendirmesi
Kutlu Altay Kocaova’dan TC İnkılâp Târihi ve Atatürkçülük Dersi Müfredat Değerlendirmesi
Osmanlı’da İlk Çağdaş Eğitim Bilimci Selim Sabit Efendi
Hareket Vakti
EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ (Ülkü Sayar)
Işık ve Gücü (Gizem KAYA)
EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ (Ali Kuruca)
YÜZDE ELLİ MÜLAKAT YÜZDE SIFIR LİYAKAT
Üniversite Mezunlarının İstihdam Sorunu
Atatürk, Truva Savaşı’nın her detayını neden inceledi?
PİSA’NIN ÖTEKİ YÜZÜ
ABD Demokrasisine İlham Olan Anadolu Uygarlığı: Likya
FİLİSTİN ŞİİRİ (Mustafa KAÇAR)
Kabine Toplantıları ve Ataması Yapılmayan Öğretmenler
Tûtî-i Mu’cize Gûy
Herkes Okusun, Yeteneği Olanlar Daha Çok Okusun (Zeki SARIHAN)
EĞİTİMDE EŞİTSİZLİK ( MUSTAFA PALA)
Eşitlenen Fırsatlar
Kapitalizmin Sanat Eğitimi
Yeni Güzellik Notaları
DÜNYANI DEĞİŞTİREN ANAHTAR
Aziz Nicholas’tan Noel Baba’ya
Tüm Öğretmenlere Çağrımızdır
Tüm Öğretmenlere Çağrımızdır (2)
İlk Dosya Konumuz : Eğitimde Fırsat ve İmkan Eşitliği
Nitelikli Eğitime Odaklanma Zamanı
SRİ LANKA: İnci ve Gözyaşı
ÖĞRETMEN ÇİZİMLERİ
Yapay Zeka ve Uzay
Yeni Nesil Öğretmen Kitabı Yazarı Metin Özdamarlardan Okuma Önerileri
STEM EĞİTİMİ
TÜMÜNÜ GÖSTER →

EĞİTİMDE EŞİTSİZLİK ( MUSTAFA PALA)

EĞİTİMDE EŞİTSİZLİK ( MUSTAFA PALA)
24.01.2024 00:06 | Son Güncellenme: 12.02.2024 20:48
A+
A-

Eğitim devlete yük mü?

Millî Eğitim Bakanı, velilerine çok sahiplerine az gelen özel okul ücretleri zam oranını açıklayınca ortalığı kaplayan feryatlar, eğitimin doğasına ters olan özel okulculuğu bir kere daha düşünmemize neden oldu.

1789 Fransız Devrimi’nin getirdiği özgürlük, eşitlik, kardeşlik kavramlarının yanında en önemli kazanımlarından biri de bireylerin “eğitim hakkı”dır kuşkusuz. İnsanların temel eğitimden yararlanması, hiçbir ayrım gözetilmeden, ulusal ve uluslararası sözleşme ve bildirgelerle güvence altına alınmıştır. Yurttaşların eşit şartlarda, bilimsel, laik, demokratik bir eğitim görmesi “sosyal devlet”lerin kamusal görevidir.

Oysa bu rüyadan çimdiklenerek uyandığımızda ulusal eğitim sürecinin hem “bilimsel, laik, demokratik” olmadığını hem de asla “eşit şartlarda” gerçekleşmediğini fark edebiliyoruz. Sürecin “bilimsel, laik, demokratik” kısmını başka bir yazıya bırakıp burada “eşit şartlarda” kısmına bakarsak, gördüğümüz şudur: “Millî Eğitim İstatistikleri”nin 2022 verilerine göre ülkemizde okul öncesi eğitimden lise son sınıfa kadar 19 milyon 155 bin 571 öğrenci örgün eğitimin içinde. Bu öğrencilerin 15 milyon 839 bin 140’ı resmî, 1 milyon 578 bin 233’ü özel ve 1 milyon 738 bin 198’i ise açık öğretim kurumlarında eğitim görüyor.

Özel öğretim kurumlarındaki öğrencilerin toplam örgün eğitim içindeki oranı %10. Bu oran, okul öncesi eğitimde %20, ilkokulda %5,7, ortaokulda %6,5 ve ortaöğretimde %11,3. Yani k12 düzeyinde her 10 öğrenciden birinin eğitimi devlet tarafından değil, ailesinin maddi olanaklarıyla finanse ediliyor. Devlet, kamusal görevi olan vatandaşlarını eğitme sorumluluğunun onda birini vatandaşına yıkmış görünüyor.

Kim bu devlet görevi sorumluluğundan kaçıyor diye 2018’de yapılan son seçimde aldıkları oyun çokluğuna göre ilk beş partinin seçim bildirgelerine baktık ve eğitimi özelleştirme konusunda İyi Parti ile AKP’nin yarıştığını gördük. Her iki parti de eğitimi devlete yük gördüğünden, bu alanda özel sektörü teşvik vaadinde bulunuyor; ama AKP onda bir oranını daha da artıracağının sözünü vererek bir adım öne geçiyor!

Asya’ya değil, onların istedikleri ABD ve Avrupa’da durum nedir diye bakıyoruz; bir “özel okul kuruluşu” olan TEDMEM bile “Bir Bakışta Eğitim 2022” raporunda Türkiye, k12 kademesinde (yükseköğretim öncesi) eğitim kurumlarına yapılan özel harcamalar payının en yüksek olduğu OECD ülkesidir, diyor. Üstelik yaptığı hesaba sınav merkezli ve kademeler arası merkezî sınav geçişli sistemle yarattığımız devasa bir “sınavlara hazırlık” sektörü dahil değil. Yine de bu “onda bir oranı”, Millî Eğitim Bakanlığının itiraf ettiği, devlet okullarındaki “nitelikli okul/niteliksiz okul” oranıyla uyumlu görünüyor.

Gelir Dağılımı ve Eğitim

Biraz geri çekilip açımızı genişletelim, kapitalist ekonomilerin, yarattığı tahribata bakalım. Durumu anlamaya Pareto’yla başlayabiliriz: İtalyan iktisatçı ve sosyolog Vilfredo Pareto’ya dayanan ve kısaca Pareto Prensibi olarak bilinen, eşitsizliğin bilimi diyebileceğimiz “80-20 Kuralı”, etkilerin %80’inin etkenlerin %20’sinden kaynaklandığını söylüyor. Kural Pareto’nun, İtalya’nın %80 zenginliğinin nüfusun %20’sine ait olduğu gözleminden çıkıyor. Pareto analizi, sorunun önemli nedenlerini daha az önemli nedenlerinden ayırmamızı, bu nedenlerin önemce sıralanmasını ve öncelikli olarak ele alınacakları görmemizi kolaylaştırıyor.

Ancak biz Pareto’nun izini ekonomiden ve gelir dağılımından sürecek olursak, denklem, sosyoekonomik eşitsizliği gözle görülür biçimde ortaya koyuyor, koymakla kalmayıp bunun izdüşümünü eğitimde de kolayca görmemizi sağlıyor. Buradan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Raporu’nun da defalarca saptadığı, dünya gelirinin %80’ni nüfusun en zengin %20’sinin kontrol ettiği gerçeğine ulaşıyoruz. Küsuratları yuvarlayarak söylersek, dünya nüfusunun kahir çoğunluğu olan diğer %80 de dünyada bir yıl için üretilen toplam mal ve hizmetlerin belli bir para birimi karşılığındaki değerinin ancak %20’sine sahip! Gelir makasının, ekonomide liberal politikaların özelleştirmeci uygulamaları nedeniyle 1980’lerin başlarından beri yoksullar aleyhine sürekli açıldığı, WID. world Dünya Eşitsizlik Raporları’yla da sabit. Özelleştirmelere bağlı olarak küresel ekonomilerin toplamında kamu sermayesi azalırken özel sermaye artıyor.

Daha yeni araştırmalar, makasın giderek açıldığını ve dünya nüfusunun en zengin %10’u küresel servetin %76’sını kontrol ederken en yoksul yarısının sistematik olarak servetin %5’inden daha azına mahkûm oluyor. Ülkelerdeki en zengin %10 ile en yoksul %50 gelir grubundaki bireylerin ortalama gelirleri arasındaki fark, 8,5 kattan 15 kata yükselerek neredeyse iki katına çıktı. (Dünya Eşitsizlik Raporu, 2022)

Peki, ülkemizde durum ne, onu da TÜİK söylesin. TÜİK’in açıkladığı son verilere göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun gelirinin en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun gelirine oranı şeklinde hesaplanan P80/P20 oranı, ülkemizde %7,6. Yani Türkiye’de en zengin %20 gayrisafi milli hasılanın %46,7’sine; en yoksul %20 ise %6,1’ine sahip. Gelir dağılımında en zengin yüzde 10’luk grup ile en yoksul yüzde 10’luk grup arasındaki makas (P90/P10) açılmaya devam ediyor.

TÜİK dışında çeşitli sendikaların ve akademik çevrelerin yaptığı araştırmalar, iki yıldır yaşanan ekonomik krizin gelir eşitsizliğine etkisinin giderek derinleştiğini de rapor ediyor. Bu araştırmalar çerçevesinde 28 Avrupa ülkesi içinde gelir dağılımı en bozuk iki ülkeden biri Türkiye! Sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımı eşitliğinin, 1’e yaklaştıkça gelir dağılımı eşitsizliğinin arttığını gösteren “Gini katsayısı” (0,401) da bunu doğruluyor.

Yine TÜİK verilerinden anlıyoruz ki kırsal bölgelerden sanayinin yoğunlaştığı batı bölgelerine gidildikçe “ağa/maraba” arasındaki gelir farkının “işveren/işçi” ye göre belirgin biçimde arttığı görülüyor. Şu kadarını da ekleyelim ki, nüfusun en zengin %20’si İstanbul’da, en fakir %20 ise Güneydoğu Anadolu’da yaşıyor. İki kesim arasındaki gelir farkı 13, İki bölge fakirlerin arasındaki fark Güneydoğu fakiri aleyhine 3 kat! Bölgelerin fakirleri bile eşit değil! Gelir farkı uçurumunun merkezi sınavlara puan farkı uçurumu olarak yansıdığı, MEB’in yayımladığı Liselere Geçiş Sınavlarının verileriyle sabit. Doğu ile Batı arasında ortalama 10 puanlık fark, bu derin uçuruma işaret ediyor.

Eğitim Harcamaları

TÜİK’in hane halkı eğitim harcamaları istatistikleri, hanelerin genel gelirden aldıkları payla orantılı olarak, eğitim harcamalarında derin eşitsizlikler olduğunu gösteriyor. En yoksul %20, 100 lirasının sadece 90 kuruşunu çocuğunun eğitimi için harcayabilirken, en zengin %20 ise bunun beş katını, yani 100 lirasının 4,5 lirasını eğitim için kullanıyor. Eğitim harcamalarına Türkiye’de haneleri cep telefonu bulunma oranı birbirine eşitlerken, diğer bilgi ve iletişim teknolojilerine sahiplik oranları acımasızca bölüyor: Hanelerin sadece %17,6’sında masaüstü bilgisayar, %37,9’unda taşınabilir bilgisayar ve %26,7’sinde tablet bulunuyor. 1,5 milyon öğrencinin internet erişimi olmadığını, olanlarda da EBA üzerinden canlı derslere katılımın %50’nin altında olduğunu ise öğretmen sendikalarının bağımsız

araştırmaları saptıyor. Üst %20’lik dilimde bulunan ve dijital okuryazarlığı yüksek bireyler için sürecin daha verimli ilerlediğini eklemeye gerek var mı?

Pandemi sürecinde ve hemen sonrasında hem gelir dağılımında hem eğitime erişimde eşitsizliğin derinleştiğini söylemek bile fazla. Çünkü sosyoekonomik bakımdan avantajlı ailelerin, sayıları 1,5 milyonu aşan özel okul öğrencileri ile çoğu kaçak ve başka statüde açıldığından gerçek sayıları bilinmeyen kurslara devam etme olanağı bulunan öğrenciler, pandemi döneminde de hem yüz yüze eğitimi daha uzun süre sürdürdüler hem de devam ettikleri kurumlarda uzaktan eğitimde çok daha fazla etkili öğrenme olanakları bulabildiler.

OECD, pandemi nedeniyle eğitimin “uzaktan” yapıldığı dönemde ‘Okul Çalışmaları İçin Bilgisayara Erişim’ başlıklı bir çalışma yaptı. Çalışma 77 ülkeyi, eğitimde kullanabileceği bir bilgisayarı olan öğrenci oranlarına göre sıralandı. Listede Türkiye 64’üncü sırada yer alarak ortalamanın çok gerisine düştü. Uzaktan eğitime erişme konusunda sorunlar yaşayan öğrencilerin yanında avantajlı aile çocuklarının aldığı özel derslerde de alışılmadık bir artış gözlendi. MEB’in eğitimi dijital platforma kaydırarak erişimde eşitsizliğin ortadan kaldırılacağı iddiası da bu zorunlu uzaktan eğitim deneyimiyle çökmüş oldu.

Kademeler Arasında Geçiş

Merkezi sınavlar ve kademeler arası geçiş sistemleri, sadece eğitimi tahrip etmenin araçları değil; aynı zamanda eğitim üzerinden toplumsal eşitsizliğin üretilmesi ve sürdürülmesinin de araçlarıdır. Bunun, kapitalizmin mal ve hizmet üretiminde, “ihtiyaç yarat, müşteriyi memnun et” sunumuyla da uyumlu davrandığını söyleyebiliriz. Merkezi sınavların, eğitim çıktıları almakta, geri dönüşlerle düzeltmeler yapmakta kullanılan araçsal işlevlerini dönüştürerek eğitimin amacı durumuna getirdik. Bununla da kalmadık okullar arasındaki “nitelik” farkını artırıp meşrulaştırdık!

İki önceki Milli Eğitim Bakanı’nın itirafıyla “niteliksiz” okulların öğrencileri, nüfusun %90’ını oluşturan dezavantajlı ailelerin adrese dayalı kayıta zorunlu kalan ve adrese en yakın okula yerleştirilen çocukları oluyor.  “Nitelikli” okulların öğrencileri ise, tabi ki “adrese dayalı” sistemle kayıt oldukları, ama sınıfsal eğitim döngüsünün ilk basamağı olan “nitelikli” ilkokullara ve ortaokullara servis araçlarıyla taşınan ulusal gelirin yarısına sahip sosyoekonomik bakımdan güçlü %10’un çocukları!

“Nitelikli-niteliksiz” liseler, eğitimin sınıfsal döngüsünün ikinci kademesi oluyor! MEB verilerinden hazırlanan grafik, gelir düzeyi ile akademik başarı arasındaki ilişkiyi yoruma gerek bırakmadan anlatıyor. LGS’de en düşük gelire sahip ailenin çocuğu, en yüksek gelire sahip ailenin çocuğundan hemen her derste ortalama 20 puan az alıyor ve bu fark, 1,5 milyona yakın lise adayı için uçurumlar oluşturuyor!

Eğitim döngüsünün üçüncü kademesini üniversiteye geçiş sistemi oluşturuyor. Her yıl sınava giren 3 milyona yakın öğrenci için çok daha gerilimli bir süreç bu. Sistem, özel öğretim kurslarıyla, yayınlarıyla büyük bir sınav sektörünün yerini sağlamlaştırdı. Bu pazarda en çok para harcayarak çocuğunun eğitimine yatırım yapan aileler, bu yatırımlarıyla sonraki kuşaklarının geleceğini de teminat altına almış oluyorlar. Ulusal ve uluslararası üniversite dereceleme ve değerlendirme listelerini inceleyerek, ülkemizdeki üniversitelerin ancak %10’unun “üniversite” adını hak ettiğini söyleyebiliriz.

Sözünü ettiğimiz eğitim pazarına, toplumun ancak nüfusun sosyoekonomik bakımdan avantajlı %10’unun yatırım yapabileceği de sır değil. Bunlar da “iyi üniversiteler”de eğitim alıp “iyi işler”de çalışma olanaklarını elde ederek katıldıkları eğitim döngüsünün bir parçası olmalarını işte o YKS’ye borçlular!  %90 da kasaba üniversitelerinde okuyup ya %27’lik üniversite mezunu işsizlere katılacak ya da eğitimleri dışında “niteliksiz” işlerde çalışma “şansı” yakalayıp dezavantajlı sosyoekonomik konumlarını idame ettirecek!

Buradaki yargılara TÜİK verileri de tanıklık ediyor: “En yüksek yıllık ortalama esas iş geliri 51.888 TL ile yükseköğretim mezunlarında.” Bunların içinde hangi üniversite mezunları ağırlıklıdır, bunu biliyoruz! Lise ve dengi okul mezunlarının iş geliri 34.115, lise altı eğitimlilerin 26.833, bir okul bitirmeyenlerin ise 18.270 liradır. Yine TÜİK’e göre okuryazar olmayanların %26,1’i; yükseköğretim mezunlarının %2,5’i yoksul. Döngü tamamlanıyor!

Ne yapmalı?

Eğitimde eşitsizlik döngüsünü kuran, öğrenen bireylerin ev ve aile ortamındaki eğitim sürecini etkileyen değişkenlerdir. Bunlardan biri ebeveynlerin eğitim durumudur. Daha önce PISA gibi uluslararası ölçme değerlendirme uygulamalarında yapılan anketlerle çocuğun akademik başarısı ile anne babasının eğitim seviyesi anlamlı farklar yarattığı defalarca bulgulanmıştı. Yandaki grafik bize şunu söylüyor: Lise adaylarının %10’unu oluşturan yüksekokul mezunu anne babanın çocukları, %55’ini oluşturan ilkokul mezunu anne babanın çocuklarından ortalama 30 puan önde yarışıyorlar.

PISA ve TIMSS gibi uluslararası ölçmelerin sıralamalarıyla kendimizi kandırmak yerine; okullar arası başarı farkını gidermek, ileri ve üst yeterlik alanları dar, alt yeterlik alanı geniş başarı piramidini tersine çevirmek gibi eğitim politikaları geliştirmek zorundayız. AKP’nin Cumhuriyet’e en etkili ve en derin darbesi olan “Başkanlık Sistemi”ne üniversite mezunlarının %70’inin “hayır”; okuryazar olmayanların %70’inin “evet” (Gezici Anketi) dediğine bakılırsa eşitsizlik çarkının yarattığı eğitimsizlik, iktidar sahipleri için bir sorun değil, olanaktır! Ama ülkemiz ve insanımız için büyük sorundur.

Bütün bu veriler, eşitsiz eğitimin, kapitalizmin yarattığı sosyoekonomik yapıyı durmadan üretip sürdürme garantisi olduğunu gösteriyor: Sosyoekonomik bakımdan avantajlı ailelerin çocukları, ailelerinin bu avantajından dolayı iyi bir eğitim altyapısıyla daha “nitelikli okullar”da okuma fırsatı buluyor; mezun olduklarında daha yüksek gelirli kariyerleriyle sosyoekonomik avantajlar elde ediyor ve çocuklarına da aynı olanakları yaratabiliyorlar. Eşitsizlik çarkı, fakir aileler ve onların çocukları içinse eğitime erişim ve sosyoekonomik bakımdan eşitsizlik üretmeye devam ediyor.

Peki ne yapmalı? Eşitsizlik üreten bu dev çarkın dişlilerine küçük bir taş atmalı!

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.