Son Yazılar
Öğretmenlik Meslek Kanunu Meselesi 2
Öğretmenlik Meslek Kanunu Meselesi
Müfredat
Öğretmenin Pirus Zaferi
EĞİTİMİN 200 YILDIR DEĞİŞEN AMAÇLARI-ZEKİ SARIHAN
CUMHURİYET VE EĞİTİMDE YIKIM SÜRECİ
Metin Özdamarlar’dan Sosyal Bilgiler Müfredatı Değerlendirmesi
Kutlu Altay Kocaova’dan TC İnkılâp Târihi ve Atatürkçülük Dersi Müfredat Değerlendirmesi
Osmanlı’da İlk Çağdaş Eğitim Bilimci Selim Sabit Efendi
Hareket Vakti
EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ (Ülkü Sayar)
Işık ve Gücü (Gizem KAYA)
EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ (Ali Kuruca)
YÜZDE ELLİ MÜLAKAT YÜZDE SIFIR LİYAKAT
Üniversite Mezunlarının İstihdam Sorunu
Atatürk, Truva Savaşı’nın her detayını neden inceledi?
PİSA’NIN ÖTEKİ YÜZÜ
ABD Demokrasisine İlham Olan Anadolu Uygarlığı: Likya
FİLİSTİN ŞİİRİ (Mustafa KAÇAR)
Kabine Toplantıları ve Ataması Yapılmayan Öğretmenler
Tûtî-i Mu’cize Gûy
Herkes Okusun, Yeteneği Olanlar Daha Çok Okusun (Zeki SARIHAN)
EĞİTİMDE EŞİTSİZLİK ( MUSTAFA PALA)
Eşitlenen Fırsatlar
Kapitalizmin Sanat Eğitimi
Yeni Güzellik Notaları
DÜNYANI DEĞİŞTİREN ANAHTAR
Aziz Nicholas’tan Noel Baba’ya
Tüm Öğretmenlere Çağrımızdır
Tüm Öğretmenlere Çağrımızdır (2)
İlk Dosya Konumuz : Eğitimde Fırsat ve İmkan Eşitliği
Nitelikli Eğitime Odaklanma Zamanı
SRİ LANKA: İnci ve Gözyaşı
ÖĞRETMEN ÇİZİMLERİ
Yapay Zeka ve Uzay
Yeni Nesil Öğretmen Kitabı Yazarı Metin Özdamarlardan Okuma Önerileri
STEM EĞİTİMİ
TÜMÜNÜ GÖSTER →

EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ (Ülkü Sayar)

EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ (Ülkü Sayar)
22.04.2024 00:05 | Son Güncellenme: 23.04.2024 13:17
A+
A-

EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ

3 Mart 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat kanunu ile başlamak gerek söze. Çünkü “eşitlik” önce “birlik” ile sağlanır. Bu kanunla birlikte tüm öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığına bağlanır. O zamana kadar süren eğitimdeki ikilik sorunu bu kanunla ortadan kaldırılmış olur. “Birlik”, “eşitlik” getirir. Eşitlik öyle bir kavramdır ki eğitimden sağlığa, güvenlikten hukuka, sosyal hayattan ekonomiye her alanı ilgilendirir ve her alanın hedefidir. Hedefi olmalıdır.

Yıllarını bu mesleğe adamış biri olarak eğitimde fırsat eşitliğinden ne anladığımı anlatmak istiyorum. Eğitimde fırsat eşitliğinin dört ayağı olduğuna inanıyorum: Aile (veli), öğrenci, devlet ve öğretmen. Önce aile ayağını konuşmak, problemleri ortaya koymak, bu problemlerin çözümü için öneriler sunmak gerek.

Ülkemizde eğitimde fırsat eşitliğinin oluşmamasına ilk engel ailede başlıyor maalesef. Coğrafyamız çok farklı kültürel yapıları ve bir o kadar da farklı aile yapıları barındırıyor. Bu, her zaman zenginlik olarak algılanmıştır. Evet, çeşitlilik bir taraftan müthiş bir zenginliktir, doğru. Ancak bu çeşitlilik, ülkenin dinamiklerini, geleceğe dönük planlarını bazen zorlayabiliyor. Bu zorlamaları aşabilmek için de öncelikle yasalarımızın “eşitlik” ilkesini asla bozmadan uygulanması gerekir. Biz eğitim tarafına dönelim yine. Ülkemizin bazı aileleri çocuklarını hâlâ okula göndermiyor, kız çocuklarına eğitimin ilk kademesinden bile yararlanma hakkı vermiyor. Buna sebep olarak da inanışlarını, törelerini çoğu zaman da ekonomik yetersizliklerini söylüyorlar. Sorunun ilk sebebi ortada: aile, çocuğunu ileri sürdüğü bahaneler yüzünden okula göndermiyor. Yani bazı çocuklar eğitimdeki fırsat eşitliğinden, önce aileleri tarafından mahrum bırakılıyor.

Çözüm ortada. Millî Eğitim Bakanlığının veya devletin diğer ilgili kurumlarının bu ailelere ulaşması, insanî yaklaşımla çocuklarını okula gönderme konusunda ikna etmesi, gerekirse yasaları uygulamaya geçirmesi, maddi imkânsızlık bahanesine karşılık devletin bu görevi üstlendiğini açıklaması gerekir. Sosyal devletin gereği budur. Ancak bu konuda göz ardı edilmemesi gereken bir konu var. Temel eğitimin dışındaki gençler ve çocuklara (ortaokul ve lise) yaşadıkları bölgenin ihtiyaçlarına göre eğitim öğretim verilmelidir. Çünkü aile, çocuğunun aileye faydalı olacak ve ihtiyaç duyduğu alanda eğitim alacağına inanır ve güvenirse çocuklarının bu eğitim fırsatından yararlanmasını engellemez. Örneğin; tarımla geçinen bir aile, okulda bu konularla ilgili bilgilerle donatıldığını bildiği çocuğunu hem destekler hem de ona tüm fırsatları tanır.

Hayalimde hep farklı köyler kurardım. Bir köyde doğup büyüyen birey olarak hayalimdeki köy, gençlerinin asla büyük şehirlere göç etmeyi istemeyeceği imkânlarla donatılmış uygar köyler. Okulları var. Okullarda bir kuzunun nasıl doğurtulacağı öğretilebiliyor çocuğa ya da bir zeytin ağacına nasıl aşı yapılacağı. Toprağı analiz edebilmeyi, tohumların devamlılığını sağlayabilmeyi öğretiyor okul onlara. Kısacası ihtiyaç ve talep dengesine göre eğitim. En büyük fırsat eşitliği budur bence. Bu konu uzmanlarla ve siyasilerle masaya konulup tartışılmalı ve bir strateji belirlenmeli. Kimlerle yapılırsa yapılsın bu strateji ancak mutlaka sahadaki insanlara da yani öğretmenlere de danışılmalı.

Eğitimde fırsat eşitliğinin ikinci ayağı öğrenci. Aslında aile ile ilgili sorun ortadan kaldırıldığında çocuk yani öğrenciyle ilgili problem de çözülür. Tabii bu konuda devletin de sistemdeki değişikliklerle öğrenciyi desteklemesi gerekiyor.

Öğrenci ne istiyor? İstediğini yapabilecek bilgi ve yeteneğe sahip mi, ne ölçüde sahip? İşte, bu soruları cevaplamak için uzmanlar, insanımızın sosyo-psikolojik yapısına uygun testler ve anketler oluşturup uygulamalı, veriler gerçekçi bir yaklaşımla analiz edilmeli ve sistem de buna göre belirlenmeli. Öğrenci, “Ben ne istiyorum?” sorusunu kendine özgürce sorabilmeli, verdiği cevapları deneyimleyecek fırsatlara ulaşabilmeli ve karar verme aşamasını kendi başına yapabilecek yetkinliğe ulaşmalı. Buna bir öğrencimi örnek vermek istiyorum. Dokuzuncu sınıfta hedefleriyle ilgili sorduğum soruya bir kız öğrencim kitap kapağı tasarımcısı olmak istediğini söyleyerek cevap vermişti. Çok etkilendim bu cevaptan. O kadar net ve muhteşem bir cevaptı ki… Çizimlerine bakmak istedim, heyecanla gösterdi tek tek. O kadar yetenekliydi ki hiçbir eğitim almamasına rağmen hayran kalmıştım çizimlere. Sonra düşündüm. Peki, biz ne yapabiliyoruz bu yetenekli gencimiz için? Onu, sistem gereği asla anlayamayacağı, yeteneklerini geliştirmeye katkısı olmayan ve hedeflerine ulaşmasını da engelleyen bilgilerle boğup, hayattan bıktırıyor sonra da yeteneği dışındaki derslerden alabildiği puanla bir üniversiteye yerleştirip mutsuz bir hayatın kapılarını sonuna kadar açıyoruz. Bunu kaç gence yaptık, kaç genci hayattan soğuttuk, kaç genci nefret ettirdik ülkesinden, kaç gencin yeteneklerinin ellerini ayaklarını kestik, kaç gencin ağzını kapadık? Bunların cevabını vermeden fırsat eşitliğini konuşmak havanda su dövmeye benzemektedir kanımca.

Gelelim üçüncü ayağa yani devlete. Diğer iki ayağı anlatırken devletin de sorumluluklarını söylemiş oldum aslında. Yıllardır savunduğum bir konu var: Özel okulların olmaması. Yabancı özel okulları bir yere kadar anlayabiliyorum. Bir Alman Lisesi bir Saint Joseph Lisesi bir Amerikan Roberth Koleji… Bunlar, zaten yasal bazı izinlerle çok önceden kurulmuş, çocuklarını başka ülkelerde yaşatmak isteyenlerin gönderdiği, uluslararası programları olan okullar. Ya sokak aralarında kurulan, bahçesi bile olmayan, apartmandan bozma merdiven altı özel okullar? Bunların amacı ne? Bu okullara hangi tip öğrenci gidiyor? Önce bunlar araştırılmalı. Gözlemime göre söyleyeyim: Bu özel okullara giden üç tip öğrenci grubu var. Birincisi; hiçbir okulda dikiş tutturamayan, ailesi tarafından şımartılmış, kurallara uyma becerisi kazanamamış, bir şekilde diploma edinmesi istenen gençler. İkinci grup, devlet okulunda istediği akademik veriyi bulamayan, üniversiteye hedefli, başarılı ancak okul tarafından bu başarısı desteklenmeyen ve köreltilen gençler. Bunlar, devlet okulunda çalışan laboratuvarlar, dershane veya özel okul ayarında uygulanan testler ve deneme sınavları, dünya genci olmasını sağlayacak ileri yabancı dil dersleri ve yeteneklerini geliştireceği sosyal, sanatsal ve sportif aktiviteler olsaydı asla böyle bir tercih yaparak okullarını terk etmezlerdi. Peşine düşmemiz gerekenler bunlar. Üçüncü tip ise LGS’de aldığı puanla ya bir meslek okuluna ya da imam hatip liselerine zorla yönlendirilen ancak buralara gitmek istemedikleri için zar zor para denkleştirerek öylesine bir özel okula gitmek zorunda kalan gençler. Acınası bir durum bu. Çünkü aileler kredi çekerek, borçlanarak böyle bir çözüme gidiyor çoğu zaman. Tabii özel okul seçimleri de paralarının yettiği kadarı oluyor. İşte merdiven altı okullar dediğim grup tam da bu ihtiyacın türettiği okullar.

Özel okulların güçlü ve büyük olanları öğrencilerine diğer okullardan çok farklı olarak öncelikle çok iyi bir yabancı dil olanağı sunuyor. Hatta iki hatta üç yabancı dil. Devlet okulundaki öğrencilerin bu olanakla yarışması imkânsız. Yine bu büyük ve güçlü özel okullar öğrencilerine tam teşekküllü laboratuvarlar, konferans ve tiyatro salonları, spor salonu, yüzme havuzu, sosyal etkinlikleri özgürce yapabilecekleri alanlar ve fırsatlar sunuyor. Devlet, okullarında bu olanakları sunamadığı sürece fırsat eşitliği sağlanamayacaktır. Okulların dört duvardan oluşmadığını, çocuklarımızın hem zihinsel hem bedensel hem sanatsal gelişimlerine destek olacak alanlarla donatılması gerektiğini, bunlardan yararlanmaları için her öğrencinin desteklenmesinin zorunluluğunu anlamak gerekir.

Fırsat eşitliğinin devlet ayağında bir konuya daha değinmek gerekir. Okulları öğrenci başarılarına göre sınıflandırmak birçok ülkede var. Meslek okulları, düz liseler, sanat okulları gibi… Ancak düz liselerde öğrenci dağılımının başarı anlamında homojen olmaması, bazı düz okullarda en düşük başarıya sahip öğrencilerin toplanması, aynı kategorideki okulları eşit olmayan bir duruma sokuyor. Okulların çeşitliliği doğru bir adım ancak aynı kategorideki okulların öğrenci başarılarına göre kendi içinde derecelendirilmesi yanlış bir tutum. Örneğin, bir Anadolu lisesinin aynı şehirdeki başka bir Anadolu lisesinden farklı öğrenci yapısına sahip olması. Oysa ikisi de aynı kategoride ve öğrenci dağılımının eşit olması gerekir. Eskiden biz öğretmenler her sınıfta lokomotif öğrencilerin olduğunu, bunun da sınıfın başarısını yukarıya çektiğini konuşurduk. Ancak yeni dağılımda bazı okullarda lokomotif olacak öğrenci yok. Çünkü o öğrencilerin hepsi yapılan sınav sonuca bazı okullarda toplanıyor. Bence bu durum en büyük fırsat eşitsizliğidir.

Okulları sınıflandırdık, öğrencileri girdikleri sınav doğrultusunda bu okullara yerleştirdik. Dedik ki sen çok başarılısın fen lisesine git, sen daha az başarılısın Anadolu lisesine yerleş, sen başarılı olamadın maalesef, bu okula gir. Ne yaptık? Çocukları başarılarına göre gruplandırdık. Ardından onlara aynı müfredatı, aynı kitaplarla sunduk. Hani bazı çocuklar başarısızdı, öğrenme konusunda diğerlerinden gerideydi. O zaman her grubun müfredatı ve ona uygun kitabı farklı olmalı. Fen lisesi öğrencisine vereceğimiz matematik kitabıyla düz lisedeki öğrenciye verilen matematik kitabı aynı olmamalı. Biz bir gruplandırma yapıyorsak o gruplara uygun müfredat ve kitap hazırlamalıyız. Şimdi birçok kişi düz lisede okuyanların üniversite sınavındaki şansı azalır diye düşünecektir. Üniversite meslek kazandırmak değil midir? Her öğrenciye uygun üniversite ve yüksek okul var. Burada sorun yok. Sorun, asla başarılı olamayacağı konularla boğmak yerine yapabileceği konulara yönlendirmede yaşanan eksiklik. Basitçe örnekleyeyim: Ayşe düz lisede öğrenci, Burcu da fen lisesinde. Burcu’nun sayısal dersleri öğrenme hızı, yetkinliği muhteşem. Ayşe dört işlemden sonrasında zorlanıyor. Basit bazı formülleri öğrenip uygulayabiliyor sadece. İkisi de üniversite sınavına hazırlanıyor. Ayşe zamanını öğrenemediği konularla boğuşarak geçirdi, moral ve motivasyon olarak düştü, umutsuzluğa kapıldı ve kendine güveni azaldı. Enerjisini ve zamanını yapamadığı konulara harcadı. İkisi de aynı sınavda aynı sorularla karşılaştı. Sonuç? Hepimiz biliyoruz. Kendine asla güvenmeyen ve ne olursa olsun bir üniversiteye kapağı atayım diyen bir genç… Demek istiyorum ki her öğrenci başarı düzeyine uygun bir okula gönderiliyorsa yine başarı düzeyine uygun kitaplarla eğitim öğretime devam etmeli. Eşitlik herkese aynı şeyi sunmak değildir, eşitlik herkesi kendine uygun bir yerlere getirecek fırsatları sunabilmektir, adaletle olmak zorundadır.

EŞİTLİK                       FIRSAT EŞİTLİĞİ

Eğitimde fırsat eşitliğinin son ayağı öğretmendir. Burada bir öğretmen olarak öz eleştiri yapmak istiyorum. Eğitim ve öğretimin kutsal alanıdır sınıf. Sınıfta öğretmen hakimdir, etkindir, örnektir… Yönlendirir, merak ettirir, model olur. Öğretmenin söylediği her söz ve yaptığı her davranış çocuğun zihninde bir mesaja dönüşür. Öğretmen sınıfta tüm öğrencilere aynı davranıp eşit haklar vermelidir. Sürekli parmak kaldırana söz hakkı vermek, adını öğrendiği öğrenciye daima öncelik tanımak, sadece önde oturanla iletişim kurmak, kimine zor kimine kolay soru sormak, ailesini tanıdığı öğrenciye daha farklı yaklaşmak, erkek öğrenciyle kız öğrenci arasında ayrım yapmak, bazı öğrencileri rencide edecek sözlerle eleştirmek, daha da ileri gidersek şiddete başvurmak… Bütün bu davranışlar sınıfta -eğitimin kutsal alanında- eşitliği hatta eğitim ve öğretimi ortadan kaldıran davranışlardır. Biz, her durumda eşit olmalıyız. Bu konuda eğitim alıyoruz. Bir bakışımız bile bazen bir çocuğu teşvik edebilir, çocukların adını öğrenme isteğimiz bile kendilerini değerli hissettirebilir. Öğrenci, ne kadar sert ve disiplinli olursa olsun öğretmeninin her durumda herkese aynı davrandığını gördüğü ve bildiği zaman o öğretmenini hem çok seviyor hem de ona çok saygı duyuyor.

Bana eğitimde fırsat eşitliğiyle ilgili bir yazı yazmam rica edildiğinde 32 yılın deneyimlerini aktarmak istediğimi düşündüm. Belki çok karışık, bazen anlaşılmaz cümleler kurmuş olabilirim; bazen farklı düşünen meslektaşlarımı istemeyerek kızdırmış olabilirim ancak sadece düşündüklerimi ve önerilerimi paylaşmak istedim. Bana bu fırsatı veren arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Her çocuğun, kendi yetenek ve becerilerine uygun, geliştirici, yararlı, etkin bir eğitim alma hakkına sahip olmasını isteyerek bitiriyorum sözü.

Ülkü Sayar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.