Son Yazılar
Öğretmenlik Meslek Kanunu Meselesi 2
Öğretmenlik Meslek Kanunu Meselesi
Müfredat
Öğretmenin Pirus Zaferi
EĞİTİMİN 200 YILDIR DEĞİŞEN AMAÇLARI-ZEKİ SARIHAN
CUMHURİYET VE EĞİTİMDE YIKIM SÜRECİ
Metin Özdamarlar’dan Sosyal Bilgiler Müfredatı Değerlendirmesi
Kutlu Altay Kocaova’dan TC İnkılâp Târihi ve Atatürkçülük Dersi Müfredat Değerlendirmesi
Osmanlı’da İlk Çağdaş Eğitim Bilimci Selim Sabit Efendi
Hareket Vakti
EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ (Ülkü Sayar)
Işık ve Gücü (Gizem KAYA)
EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ (Ali Kuruca)
YÜZDE ELLİ MÜLAKAT YÜZDE SIFIR LİYAKAT
Üniversite Mezunlarının İstihdam Sorunu
Atatürk, Truva Savaşı’nın her detayını neden inceledi?
PİSA’NIN ÖTEKİ YÜZÜ
ABD Demokrasisine İlham Olan Anadolu Uygarlığı: Likya
FİLİSTİN ŞİİRİ (Mustafa KAÇAR)
Kabine Toplantıları ve Ataması Yapılmayan Öğretmenler
Tûtî-i Mu’cize Gûy
Herkes Okusun, Yeteneği Olanlar Daha Çok Okusun (Zeki SARIHAN)
EĞİTİMDE EŞİTSİZLİK ( MUSTAFA PALA)
Eşitlenen Fırsatlar
Kapitalizmin Sanat Eğitimi
Yeni Güzellik Notaları
DÜNYANI DEĞİŞTİREN ANAHTAR
Aziz Nicholas’tan Noel Baba’ya
Tüm Öğretmenlere Çağrımızdır
Tüm Öğretmenlere Çağrımızdır (2)
İlk Dosya Konumuz : Eğitimde Fırsat ve İmkan Eşitliği
Nitelikli Eğitime Odaklanma Zamanı
SRİ LANKA: İnci ve Gözyaşı
ÖĞRETMEN ÇİZİMLERİ
Yapay Zeka ve Uzay
Yeni Nesil Öğretmen Kitabı Yazarı Metin Özdamarlardan Okuma Önerileri
STEM EĞİTİMİ
TÜMÜNÜ GÖSTER →

PİSA’NIN ÖTEKİ YÜZÜ

PİSA’NIN ÖTEKİ YÜZÜ
15.03.2024 22:29 | Son Güncellenme: 27.04.2024 23:35
A+
A-

2022 PISA “sonuç”larına göre Türkiye’de sosyoekonomik bakımdan avantajlı ve dezavantajlı ailelerin çocukları arasındaki puan farkı; matematik alanında 82, fen okuryazarlığında 74 ve okuma becerileri alanında 69’dur. İşte değişmesi gereken “neden” budur ve bu “neden”, ancak kamucu eğitimle çözülebilecek bir sistem sorunudur

SİSTEMİN EĞİTİMİ/EĞİTİMİN SİSTEMİ

Neoliberal terminoloji, ekonominin kavramlarını çok seviyor; çünkü ona göre insanın varoluşu ürettiği ekonomik değere bağlı. “Girdi”- “çıktı” karşılaştırmasıyla elde edilen “verimlilik”, diğer her şeyin üstündedir! Bu nedenle “istatistik” verilerine dayalı değerlendirme ve “listeleme” kapitalizmin hayatı anlamlandırmada kullandığı temel yöntemlerdir.

İnsanı, doğayı salt rakamlardan, grafiklerden ibaret gören bir kültür, yol açtığı doğal ve sosyal felaketleri de bu araçlarla algılıyor ve onlarla tanımlıyor. Bu durumda İsrail’in Filistin’i işgali, bombalaması, ortalığı yakıp yıkması, çoğu çocuk ve kadın, savunmasız insanları acımasızca öldürmesi; sayısal bir çokluk, o çokluğun pasta veya sütun grafiğinden başka bir şey olmuyor; tıpkı COVID 19 pandemisinde sönüp giden hayatların sadece sayılardan oluşan listelerle ve istatistik göstergeleriyle ifade edilişi gibi.

Oysa bu sayısal değerlemelerin, istatistiğin kendisinde insanın doğasına ve hayatın gerçekliğine ters bir belirleme ve eşitleme eğilimi var. Örneğin senin aylık gelirin 50.000, benimki 10.000 lira; istatistik her ikimizin de 30.000 lira geliri olduğunu söylüyor! Günde iki yumurta yiyen bir kişiyle hiç yumurta yemeyen kişi aynı veri grubunda, her gün birer yumurta yiyen bireyler olarak yer alıyor!

Neoliberal pedagoji de eğitime işte böyle bakıyor. Ona göre maliyet hesaplarında eğitime yapılan yatırım “girdi”, eğitimden geçen kişinin ekonomik geri dönüşünü “çıktı” olarak görüyor. Tıpkı eğitimle bireyde oluşturulmak istenen “davranışları” yaratacak ders “hedefler”ini “kazanım” terimiyle adlandırması gibi, eğitim sürecini de konuların işlenmesini “girdi”, sınavların sonuçlarını “çıktı” diye niteliyor. Bu bakımdan sistem, eğitim sürecinin aksayan yönünü belirleyip onararak sağlıklı işlemesine katkı sunması beklenen sınavları da “kâr-zarar hesabı”na indirgiyor.

SINAVLARIN SINADIĞI

Toplumsal iş bölümünün, kapitalizm öncesinde aile bağları ya da cemaat aidiyetine göre yapılmasının karşısında bugün sınavların, tabii “mülakat” ile bozulmadığını var sayarak söylüyoruz, belli bir liyakati sağlamak gibi olumlu işlevinden söz edebiliriz.  Ancak sınavların, öğrencileri toplumdaki hiyerarşik yapıya göre sınıflandırıp toplumsal sistemin bütün adaletsizlikleri, eşitsizlikleri ve haksızlıklarıyla uyumlaştırarak sistemin sürdürülebilmesini güvence altına alan bir işleve sahip olduğunu da göz ardı edemeyiz.

Gel gelelim sınav sonuçlarını nedenlerinden kopararak istatistikler ve sıralamalardan ibaret bırakınca, her sonuç isteyene istediği veriyi sağlayabilir hâle geliyor. Bu nedenle sonuçları da her hâlükârda, eğitim bürokratlarımızı ziyadesiyle mutlu edebiliyor! 2018 PISA’sının sayısal verilerini 2015’inkiyle, 2022’ninkini 2018’inkiylele karşılaştırdıklarında, Türkiye hep ilerliyor! Oysa 2022 PISA’sı Millî Eğitim Bakanlığı’nın, Cumhurbaşkanı’nın stratejik hedefine uygun olarak dindar bir nesil yetiştirme “kazanım”larıyla donattıkları ders içeriklerinin, bilimden ve Cumhuriyet’ten hafifletilen programının, çıkara çıkara “okuduğunu anlamayan” bir nesil ortaya çıkardığını söylüyor ki bu “çıktı” sistemin sürdürülebilirliğinin teminatıdır!

Ayrıca PISA’larda iyileşmeye işaret eden rakamların elde ediliş biçimleri de etik açıdan oldukça tartışmalıydı. 2015 PISA’sının soruların kimi öğretmenlere sızdırıldığını ve sınavdan önce okullarda öğrencilere çözdürüldüğünü o günlerin gazetelerinde okumuş, Bakanlık bürokratlarından bir tepki geldiğini görmemiştik. 2018 PISA’sında ise oyunu Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı bozmuştu: PISA’da sınava fen liselerinden olması gerekenden çok, meslek liselerinden ise daha az öğrenci katarak, TIMSS’te daha üst sosyoekonomik statülü öğrencileri araştırmaya dâhil ederek başarımızı arttırmıştık! Ayrıca 4. sınıf yeterliklerini 5. sınıf öğrencilerimizle ölçmüştük!

2022 PISA’sının açıklanan raporu, öğrencilerimizin matematik alanında aynı kaldığı, fen okuryazarlığında bir miktar yükseldiği, okuma becerilerinde ise daha düşük performans gösterdiğini yazıyor. Anadolu Ajansına göre Türkiye, her alanda sıralamasını yükseltmiş; şimdiye kadar elde ettiği en yüksek sonuçlara ulaşmıştır! Tabii Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de bu haberi esas alarak “2022 PISA araştırmasından elde edilen veriler ışığında 2003 yılından günümüze dek eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması ve öğrenme ortamlarının iyileştirilmesi için yapılan uygulamaların olumlu neticelerinin olduğu anlaşılmaktadır.” dedi. Ne güzel! Sakın bu mutluluğu yaratan, 2018’e katılıp bizden 10, 20, 30, hatta 40 basamak yukarıda bulunan 5 bölgesiyle Çin, Lüksemburg, Rusya, Belarus gibi ülkelerin bu son araştırmaya katılmaması olmasın!

Ama işte böyle filin başka yerlerine dokunup onu başka türlü tanımlayan, bizim gibi körler de var! Baştan alalım: Açılımı “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma.

OECD, piyasa ekonomisine sahip kapitalist ülkelerin, küreselleşmenin ekonomik, sosyal ve yönetim sorunlarını çözmek ve bu sürecin olanaklarından yararlanmak üzere ortaklaşa çalıştıkları bir örgüt. Kurucu üyeleri arasında Türkiye’nin de bulunduğu OECD’nin ABD’den Slovakya’ya, Almanya’dan Yunanistan’a, Letonya’fdan Slovenya’ya, İsvaç’ten Şili’ye toplam 37 üyesi var.

Temel amacını, öğrencilerin okulda öğrendikleri bilgileri günlük yaşamda kullanma becerisini ölçmek biçiminde tanımlayan PISA’nın, 2022’de yaptığı bu son araştırmasında 37 OECD üyesi ülke dışında, örgüte üye olmayan 44 başka ülke de yer aldı. Toplam 81 ülkede 15 yaş grubundaki 29 milyon öğrenciyi temsilen 690.000’den fazla öğrenci PISA 2022 uygulamasına katıldı. Sınav, ülkemizde 19 Nisan-13 Mayıs 2022’de 60 ilden 196 okul ve 7 bin 250 öğrencinin katılımıyla bilgisayar tabanlı gerçekleştirildi. Katılımcı öğrencilerin örneklem yoluyla belirlendiği sınava en fazla katılım %15,9 ile İstanbul’dan oldu ve öğrencilerimizin %93,9’u 10. sınıf düzeyindeydi. Okul türlerine göre en fazla katılım, %56 ile Anadolu Liseleri’nden ve %23 ile Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri’nden gerçekleşmişti.

PISA NEYİ ÖLÇÜYOR?

PISA “Matematik”, “Fen” ve “Okuma” alanlarında öğrencilerin okuryazarlık derecelerini dörtten seçmeli testlerle belirliyor ve üç yılda bir her uygulamada bu alanlardan birini ağırlıklandırıyor. 2022 sınavında ağırlıklı alan ‘Matematik Okuryazarlığı’ydı. Ayrıca uyguladığı çeşitli anketlerle 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin öğrenme ortamlarını, ailelerinin sosyoekonomik, sosyokültürel durumlarını, eğitim harcamalarını, avantaj ve dezavantajlarını belirliyor; bunları başarı düzeyleriyle ilişkilendiriyor.

PISA, uyguladığı sınavda her üç alan için en yüksek 6. düzeyden en düşük 1. düzeye doğru 6 yeterlik düzeyi belirliyor ve bu düzeylerde öğrencilerin kazanımlarını ve davranışlarını alt puan limitleriyle birlikte açıklıyor. Örneğin söz konusu son sınavda matematik alanında 6. düzey alt puan limiti 669 ve bu düzeydeki öğrenciler; soyut problemler üzerinde çalışabilir, çözüm geliştirmek için yaratıcılık ve esnek düşünme becerisi sergileyebilir, deniyor. Alt puan limiti 358 olan en alttaki 1a düzeyi öğrencilerini ise PISA şöyle tanımlıyor: Gerekli tüm bilgilerin mevcut olduğu ve soruların açıkça tanımlandığı basit bağlamları içeren soruları yanıtlayabilirler. Bu alanda OECD ortalaması 472, Türkiye ortalaması 453 puan.

Fen alanında en üstteki 6. düzeyin alt puan limiti 708. Bu düzeydeki öğrenciler; yeni bilimsel olgular, olaylar ve süreçler için hipotezler sunmak veya tahminler yapmak amacıyla içerik, süreç ve epistemik bilgilerini kullanabiliyorlar. Bu alanın en alttaki 1a düzeyinde ise alt puan limiti 335; bu düzey öğrencileri ise ancak basit nedensel ilişkileri saptayabiliyor ve düşük seviyede bilişsel işlem gerektiren görsel verileri yorumlayabiliyorlar. Fen okuryazarlığında OECD ortalaması 485, Türkiye ortalaması 476 puan.

Okuma alanının en üst 6. düzeyinin alt puan limiti 698 ve bu düzeydeki öğrenciler, istenilen bilginin metin içerisinde saklı olduğu uzun ve soyut metinleri anlayabiliyor. Ama alt puan limiti 335 olan 1a düzeyi öğrencileri, ancak cümlelerin veya kısa paragrafların gerçek anlamını kavrayabiliyor. Sadece aşina oldukları konularda yazılmış metinlerin ana fikrini ve yazarın amacını fark edebiliyor. Okuma becerilerinde OECD ortalaması 476, Türkiye ortalaması 456 puan.

SONUÇLAR NE SÖYLÜYOR?

PISA Sınavların son on yıllık uygulamalarında ülkemizin alt ve üst performans düzeyindeki öğrenci oranları incelendiğinde, matematik alanında öğrencilerimizin performanslarında anlamlı bir değişikliğin olmadığı görülüyor. Fen alanında alt performans düzeyindeki öğrenci oranında anlamlı bir değişiklik bulunmuyor; ama bu alanda üst performans düzeyindeki öğrenci oranında bir artış olduğu gözleniyor. Bu durum, sosyoekonomik bakımdan avantajlı ailelerin çocuklarının iyi bir eğitim harcaması ile hazırlandıkları sınavlarla girdikleri fen liseleri gibi görece nitelikli eğitim veren okul öğrencilerinin, dezavantajlı ailelerin çocuklarıyla performans makasını açtığını, yani eğitimde eşitsizliğin arttığını gösteriyor. Eğitim yöneticilerimizin bundan mutluluk duyması değil, utanması gerekiyor!

Okuma becerileri alanında ise alt performans düzeyindeki öğrenci oranının anlamlı bir şekilde arttığı ama üst performans düzeyindeki öğrenci oranını da anlamlı bir şekilde azaldığı görülüyor. Söz konusu makas burada fena halde kapanıyor. Demek okuma ve okuduğunu anla(yama)mada mutlak eşitliğe doğru yürüyoruz! Bu, hedefi “dindar nesil” yetiştirmek olanların amaçlarına hızla ulaşmakta olduğuna işaret ediyor; ne kadar sevinseler azdır!

Matematik alanında 37 OECD ülkesi ortalamasının 20 puan gerisinde olduğumuz “başarımız”daki toplam değişkenliğin %55’i okullar arasındaki nitelik farkından kaynaklanıyor olması da Millî Eğitim Bakanlığı’nın yıllar önce okullarımızı resmen “nitelikli-niteliksiz” diye bölmesinin ne kadar gerçekçi bir niteleme olduğunu gösteriyor! Kapitalizm, varlık nedenini hayatın hemen her alanında yarattığı bu karşıtlıkta buluyor. Eşitsiz bir eğitim hem toplumsal eşitsizliğe neden oluyor hem de bunu sürekli kılıyor. Kamu okulları arasındaki bu nitelik farkı, eğitime eşit erişimin önündeki en büyük engellerden biri oluyor ve daha vahimi, Türkiye okullar arası değişkenlik oranı en yüksek ilk on ülke arasında yer alıyor.

Öte yandan matematik alanında, ikinci düzeyin altında, yani “temel yeterliklere sahip olmayan” öğrencilerin oranı Türkiye’de %39. Bu oran, temel becerileri düşük olan öğrenci sayısının oldukça yüksek olduğunu ve matematikte temel becerileri dahi olmayan öğrenci oranının 2018’e göre %2 arttığını gösteriyor. Özetle, karmaşık durumları matematiksel olarak modelleyebilecek öğrenci oranımız sadece %5, Singapur’da %41. Unutmadan ekleyelim, Cumhuriyet eğitimi paramızın üzerine resmi basılacak matematikçiler yetiştirmişti; AKP o paraları iç eden siyasetçiler, bankacılar, sporcular yetiştiriyor!

Fen alanında sınava katılmayıp önümüzden çekilen ülkelere karşın yine de öğrencilerimizin %4’ü en iyi performans gösteren 5 ve 6. yeterlik düzeyinde kaldı. OECD ortalamasının %7 olduğu bu düzeye yaklaşamayan her 100 öğrencimizden 96’sı demek ki, bilgilerini yaratıcı bir şekilde ve kendi başlarına, aşina olmadıkları durumlar da dâhil olmak üzere çok çeşitli durumlara uygulayamıyor! Her 100 öğrencimizden 75’i de sadece basit durumlarda, mevcut verilere dayanarak bir sonucun geçerli olup olmadığını belirleyebildiği 2. düzeyde yer alabiliyor.

Okuma becerilerine gelince, bu alanda OECD ülkeleriyle aramızda aleyhimize 20 puan fark var. 2018’e göre, bu alanda 10 sıra geriye düşmüşüz. Bu arada okuma becerilerinin diğer alanlar için de son derece elzem olduğu unutulmamalıdır; bu düşüşün, diğer alanlardaki düşüşlere de neden olabileceğini uzman eğitimciler söylüyor. Pandemiyle birlikte öğrencilerin evlerine tıkılıp kalmaları ve sosyokültürel düzeyi düşük ailelerinin okuma becerilerini geliştirebilecek kitap gibi okuma temelli malzeme ve konuşma gibi ilişki olanağından yoksun olmalarıyla da ilgili olduğu unutulmamalıdır. Gelinen noktada, her 100 öğrencimizin 71’i, asgari düzeyde ve orta uzunlukta metinlerin ana fikrini belirleyebiliyor; sadece %2’si uzun metinleri anlayabiliyor ve soyut veya mantık dışı kavramlarla başa çıkabiliyor.

Özetle Türkiye’de matematik alanında öğrencilerin ancak %61,3’ü, fen alanında %75,3’ü ve okuma becerileri alanında %70,7’si asgari performans düzeyine ulaşabilmiş görünüyor. En üst düzeydeki öğrenci oranları ise matematik alanında %5,4, fen alanında %4, okuma becerileri alanında %1,9’dur. Okul türlerine göre yapılan analizlerde her üç alanda da fen lisesi öğrencilerinin diğer okul türlerine göre daha yüksek başarı gösterdiği görülmektedir. Anadolu liselerinde ve mesleki teknik Anadolu liselerinde okuyan öğrencilerimizin, ne yazık ki ortalama performansları her üç alanda da düşüş göstermiştir. Bu veriler, sosyoekonomik durumu iyi olan ailelerin çocukları için fen lisesi gibi nitelikli okullarda elde ettikleri eğitim avantajının, sosyoekonomik durumu elverişsiz ailelerin çocuklarının için olanaklı olmadığının somut göstergesidir.

NEDEN-SONUÇ İLİŞKİSİ

Modern düşüncenin ve bilimin temel referansı, postmodernizmin tersyüz ettiği, doğru kurulmuş neden-sonuç ilişkisidir. Nasıl biz üşüyoruz diye hava soğumuyorsa, eğitim sorunlarımız da PISA sıramızı yukarıya çıkarmakla ortadan kalkmıyor. İşte eğitim sorumlularımız hep bunu yapıyor maalesef, sadece uluslararası ölçmelerde değil, ulusal merkezi sınavlarda da! Bakanlığımızın uyguladığı bir merkezi yerleştirme sınavının ilk aşamasında birkaç sınav birincisi çıkmasını az bulmuş, aynı sınavın ikinci aşamasında binlerce sınav birincisi çıkarmıştı! On beş yirmi yıldır ülkemizde eğitim sorununu sonuçları değiştirerek nedenleri ortadan kaldırabileceğine (!) inanmış bir eğitim yönetimi oluştu.

O halde neden-sonuç ilişkisini “soğuk olduğu için üşüdüğümüz” biçiminde doğru kurmalıyız. Üstelik PISA araştırması sadece sonuç açıklamakla kalmıyor, nedenleri de söylüyor. Örneğin Türkiye’deki öğrencilerin Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Durum (ESKD) endeksi “-1”i gösteriyor. Aynı endeksin OECD ülkelerinde “19” olması, eğitim bürokrasimize nedense hiçbir şey anlatmıyor. Ve aynı araştırma, Türkiye’de matematik alanında ortaya çıkan performanstaki farklılığın %12,6’sı, fen alanındakinin %10,3’ü ve okuma becerileri alanındaki farklılığın %9,8’i öğrencilerin sosyoekonomik durumlarından kaynaklanmaktadır, diyor; ama bunu kimse okumuyor ya da “okuduğunu anlamıyor”!

Öyleyse daha anlaşılır yazalım: 2022 PISA “sonuç”larına göre Türkiye’deki avantajlı (sosyoekonomik endekse göre üst %25’lik çeyrekte yer alan) ve dezavantajlı (sosyoekonomik indekse göre alt %25’lik çeyrekte yer alan) ailelerin çocukları arasındaki puan farkı; matematik alanında 82, fen alanında 74 ve okuma becerileri alanında 69’dur. İşte değişmesi gereken “neden” budur ve bu “neden”, ancak kamucu eğitimle çözülebilecek bir sistem sorunudur.

Bir başka neden: “Yaşam Memnuniyeti” alanında 73 ülke arasında yapılan kıyaslamada Türkiye, 73’üncü sırada! Bir başkası da şu: Öğrencilerimizin diğer OECD ülkelerindeki öğrencilere kıyasla “kendilerini okulda, sınıfta ve okul yolunda daha az güvende hissediyor! Matematik kaygımız da çok yüksek maalesef, bu kategoride 76 ülke arasından 5’inciyiz! Buna benzer, kendini okula ait hissetme, diğer öğrencilerle arkadaş olma, ebeveynlerle birlikte günlük hayatı paylaşma gibi eğitim yöneticilerimize pek önemsiz görünen ama bizce çok önemli “nedenler” gösteren endekslerde de listenin altlarındayız. Ama üstlerde olduğumuz alanlarda var: Ülkemizdeki öğrenciler, PISA Merak Endeksi’nde 72 ülkenin arasında 7’nci sırada yer alıyor. Çok meraklıyız da kararlılığımız ve azmimiz eksik galiba!

“SİSTEM OKURYAZARLIĞI”

Kapitalizm, gerek ulusal gerekse PISA gibi uluslararası düzeyde merkezî ölçmelerle sisteme meşruiyet kazandırmaya çalışırken, belki de farkında olmadan sistemin nasıl gayriinsani bir eşitsizlik ürettiğini de ortaya koymuş oluyor. Ortaya konan bu eşitsizliği anlayabilmek için “sistem okuryazarı” olmak bile gerekmiyor. PISA uygulaması bizi daha çok sonuçlarla ilgilenmeye yönlendirirken, bir yandan da yaptığı anketlerin ortaya koyduğu sosyoekonomik eşitsizliğin, bu sonuçlarının bir nedeni olduğunu gizlemeye çalışıyor. Zira OECD, kapitalizmi realize etmeye gereksinim duyuyor.

Uluslararası sistem, bu eşitsizliğin neden olduğu sonuçları, kaplumbağa ile tavşanı “eşit” mesafede yarıştırarak meşru kılmaya çalışırken, ülkelerin eğitimcileri de istatistikleri, sayıları ve sıralamaları manipüle ederek sonuçlardan ulusal düzeyde “başarı” elde etme gayretindeler. Oysa kapitalizm doğası gereği kamusal eğitimin boş verip eğitimi özelleştirme politikalarını uyguladığı ülkelerde, sosyoekonomik statüleri bakımından avantajlı ailelerin çocukları daha elverişli eğitim olanaklarına sahip olduklarından “nitelikli” okullarda okuyup nitelikli kariyerler elde edebiliyor ve bu kariyerleriyle aynı olanakları kendi çocukları için yaratıp onları da avantajlı bir statüye kavuşturabiliyorlar. Bu döngü hem eşitsizlik üretiyor hem de sistemi sürdürülebilir kılıyor, tıpkı ülkemizdeki gibi!

Bu durumda iki şeye gereksinim duyuyoruz: Sistem okuryazarı aydınlar ve toplumcu müdahale!

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.